12 Nisan 1993’te 64 Kbps kapasiteli bir kiralık hat kullanılarak ODTÜ ile ABD’deki Ulusal Bilim Vakfı Ağı arasında kurulan bağlantı internetin yaygın kullanıma açılmasında ilk adım ve Türkiye’de İnternet’in doğum günü olarak kabul edilmektedir.
1991’de internetin ülkemizde de kullanılabilmesi amacıyla Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve TÜBİTAK işbirliğiyle hayata geçirilen TR-NET projesi kapsamda uluslararası ilk bağlantı Eylül 1992’de X.25 teknolojisi kullanılarak Hollanda ile kurulmuş olmasına karşın yüksek maliyet ve genel kullanıma açılması önündeki sorunların çözümlenmesi ancak 1993 yılı bulmuştur.
1993’ten bu yana tüm dünyada toplumları ve yaşayışı değiştiren, dönüştüren, yokluğu aksaklıklara neden olan internetin önümüzdeki yıllarda yaşamın odak noktasındaki yerini daha da sağlamlaştıracağı görülmektedir.
31 yıl önce Türkiye, bu devrimsel değişime ayak uydurmak için adımlarını zamanında atmakla birlikte geçen süre içinde Türkiye’nin yapısal sorunları ve bozuklukları, bu devrimi daha geç fark eden ülkelerin gerisinde kalmasına neden olmuştur. Bugün her ne kadar nüfusun %87’sinin internet kullandığına ilişkin resmi sayılar duyurulmuş 1 olsa da Ookla’nın sayılarına göre Türkiye ortalama 41,90 Mbits sabit geniş bant hızlıyla 180 ülke arasında Burkina Faso, Mısır, Guatemala, Hounduras gibi ülkelerin gerisinde 111. sırada yer almaktadır. 2
Yine aynı kaynağa göre sabit geniş bant hız ortalamaları şehirler bazında karşılaştırıldığında diğer dünya şehirlerinin arasında İstanbul ortalama 51,22 Mbits ile 119., Ankara ise ortalama 45,72 Mbits 126. sırada bulunmaktadır. Karşılaştırma yapılabilmesi açısından halen Rusya Federasyonu ile savaş halinde olan Ukranya’nın başkenti Kiev’de ortalama sabit hat hızının 92,31 Mbits olduğunun bilinmesinde yarar vardır.
Mobil erişim performansı açısından bakıldığında görece daha iyi bir altyapıya sahip olmanın avantajıyla Türkiye, sıralamanın daha üst sıralarında olmakla birlikte ilk 50 içinde yer almamaktadır. 3
2012 yılında yaklaşık 210 bin km olan Türkiye’nin fiber altyapısı 10 yıl sonra 2022 sonunda yaklaşık 2,5 kat artarak 517 bin km’yi geçmiştir. 4 Bu artış, ilk bakışta yüksek gibi görünmekle birlikte yüzölçümü olarak Türkiye’nin yaklaşık %70’i ve Türkiye’den yaklaşık 18 milyon daha az nüfusa sahip Fransa’da 11 milyon kilometre düşenmiş fiber olduğu düşünüldüğünde daha ülkemizin alacağı çok yol olduğu anlaşılacaktır. Doğal olarak bu altyapının Fransa’da 2016 yılında çıkarılan “yeni yapılan her eve fiber bağlantı zorunluluğu” kuralı ile geliştiği belirtmekte yarar var. Benzeri düzenlemelerin özellikle kentsel dönüşüm alanları başta olmak üzere Türkiye’de de yapılması gerekmektedir. Bu gereklilik “Fiber altyapının insan hayatında olumlu bir etkiye sahip olduğu sosyal ve ekonomik araştırmalardan elde edilen önemli bir göstergedir. Daha yüksek bağlantı hızı, coğrafi konumları ne olursa olsun tüm kullanıcıların (hanehalkı, işletmeler ve idarelerin), gelişmiş ve daha verimli bir şekilde internet hizmetlerinden yararlanmasına olanak tanımaktadır.” ifadesiyle BTK tarafından da belirtilmektedir. 5
Her ne kadar bundan 20 yıl kadar önce sayısal bölünme konuşulurken coğrafi engellerin İnternet erişiminin yaygınlaşmasıyla ortadan kalkacağından ve olumlu etkisinden söz edilse de geçen süre içinde Türkiye nüfusunun %75’ten fazlasının şehirlerde yerleşik hale gelmesiyle hem de yaşanılan göçlerle birlikte büyükşehirlerin içinde bile artık sayısal uçurumlar oluşmaya başladığı görülmektedir. Birçok Avrupa ülkesinde eş zamanlı olarak başlatılan “kırsalda geniş bant erişim” projelerine hızla Türkiye’de de başlatılmasının gerektiği görülmektedir. Yalnız şehir yoğunluğunun artmasını engellemek için değil, afetlerde de kırılgan olan iletişim altyapısının güçlendirilmesi için bu tip projeler zorunluluk olarak görülmelidir.
İstatistiklerin gösterdiği internete bağlı hane sayılarındaki artış ile internete içerik sağlanmasının da bir göstergesi olan alan adı sayılarının benzer oranda artmadığı görülmektedir. Bu durumda Türk insanının interneti tüketmek amacıyla kullandığı ve bilgi üretimine katkısının sınırlı olduğu sonucunu doğurmaktadır.
Yine son dönemlerde sosyal medya kullanıcı sayıları nicelik olarak artmakla birlikte İnternet’in sağladığı özgürlük ortamı, uygarca tartışma fırsatı olarak değil nefret dilini sorumsuzca kullanma mekanı olarak algılanmaktadır. Toplumun bilinç düzeyini artırmak yerine sorunları yasakçı eğilimlerle çözme seçeneğini kullanan yönetimlerin nefret dili sorunu çözümünde yarardan çok zararları olduğu görülmektedir. Özellikle yeni kuşağın algısı, yetiştiği ortama uygun olarak gelişmekte ve refleksleri marjinal olabilmektedir.
Eğitim sisteminin kemikleşmiş sorunlarının toplumsal erozyonu hızlandırdığı bir dönemde yaşanan küresel pandemi bizlere İnternet’in önemini bir kez daha göstermiştir. İnternet sayesinde hem uzaktan eğitim ve hem de uzaktan çalışma ortamları ile tanıştık. Ancak ne yazıkki ne altyapı olarak ne de kamu kurumları olarak bu duruma pek de hazırlıklı olduğumuz söylenemez. Bu dönemde eğitimcilerin de bilişim okur-yazarlık düzeyinin ne düzeyde olduğu herkes tarafından görüldü.
Aynı evde birden çok çocuğun eğitim gereksinimini evdeki tek bilgisayar üzerinden sırayla karşılayan ailelerin bile şanslı sayılabileceği ortamda doğal olarak eğitimde fırsat eşitliği de yok oldu. Eğitimler televizyon üzerinden tek yönlü olarak verildi. 1980’li yıllardan kalan bu etkileşimsiz yöntemin verimliliğini ise tartışılmaya gerek bile duymuyoruz.
Pandemi koşulları beraberinde çoğunluğu beyaz yakalı, mesai saatleri belli olmadan çalışan ve aslında verimliliği kuşkulu bir çalışan sınıf da yarattı. Bilgiyi üreten değil tüketen bir toplumdaki sosyal medya bağımlılığının arttığı ve algı düzeyinin ayaklar altına indiği bir ortamda verimlilikten söz edilmesi zaten mümkün olamamaktadır.
Türkiye bir afetler ülkesidir. Deprem, sel baskını veya yangınlar yaşamımızın bir parçası olmuş ve ne yazıkki artık kayıplarımız doğal karşılanmaya başlamıştır. Ancak kanıksanan bir başka durum da yaşanan afetler sırasında veya sonrasında kırılgan olan iletişim altyapısının çökmesidir. Bu gibi çökmelere ek olarak Devlet eliyle iletişimin yavaşlatılması ise ayrı bir utanç kaynağı olarak görülmektedir. Afetlerden sonra yaşanan -ya da Türk insanına reva görülerek yaşatılan- karmaşada sivil inisiyatiflerin alternatif iletişim yollarını araştırmasını gerekli kıldığı görülmektedir. Yaygın kullanılan akıllı cihazların belirli aktarımlarla telsiz şebekeleri üzerinden basit metin düzeyinde bile olsa iletişim kurmasının sağlanması için çalışmalar yapılmalıdır. Beklenen afetlerin “beklenmeyen felaketler” olarak algılanmasını engellemek için teknolojinin tüm olanakları kullanılmalıdır.
2005 yılında kurulan Evrensel Hizmet Fonu’nda biriken paranın ilgili yasada belirtildiği biçimde yani herkes tarafından erişilebilir ve herkesin karşılayabileceği makul bir bedel karşılığında asgari standartlarda sunulacak olan, internet erişimi de dahil elektronik haberleşme hizmetleri için kullanılması gerektiği de unutulmamalıdır. Bu amaçların dışındaki kullanımların varlığı fonun da varlığının sorgulanması sonucunu doğuracaktır.
Haberleşme özgürlüğü anayasal bir hak olduğu halde bu hakkın özellikle İnternet üzerinden kullanımı sağlandığında Özel İletişim Vergisi alınması mağduriyet yaratmaktadır. Hem mobil hatlarda hem de sabit hatlar üzerinden yapılan İnternet erişiminden %10 oranında alınan Ö.İ.V. oranını %0,5 gibi sembolik bir düzeye indirilmesi belirli bir düzeyde kaldıraç etkisi yaratacağı öngörülmektedir.
Türkiye’de İnternet’in 31. yılını yine sorunlarla kutluyoruz. Ancak sorunlara çözüm yolları önerecek olanların yine sivil toplum kuruluşları olduğunun da farkındayız.
Kamunun bize verdiği denetleme görevini yerine getirmek konusundaki kararlılığımızı bir kez daha vurgulayarak diyoruz ki: İnternet Yaşamdır!
Bildiriye İmza Veren Sivil Toplum Kuruluşları